Eski Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarı Dr. Ali Tigrel Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
2011 seçimlerinden sonra Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı ve DPT’nin halefi olarak Kalkınma Bakanlığı kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle beraber Kalkınma Bakanlığı’nın tüzel kişiliği 2018’de son buldu. Kalkınma Bakanlığı’nın yerine de Cumhurbaşkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı kuruldu. DPT’nin kapatıldığı dönem aynı zamanda ekonomi politikalarında keyfiliğin arttığı bir dönemdir. 2008-2009 küresel krizi önemli merkez bankalarının olağanüstü parasal genişlemesiyle aşılmıştı. 2013 Mayıs ayında Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’nin para musluklarını kapatma sinyali vermesiyle beraber gelişen ve yükselen ekonomilerin kırılganlıkları daha çok dikkat çeker hale geldi ve Türkiye ekonomisi bu tarihten itibaren en kırılgan ekonomiler listesinde hızla üst sıralara yükseldi.
‘MALİYETİ BÜYÜK OLDU’
Ülke ölçeğinde planlama; sistemli düşünceye yer vermek, eldeki kısıtlı kaynakları önceden belirlenmiş amaçlara göre ayırmak ve bu amaçları kısıtlı imkanların el verdiği ölçüde sağlamaktır. Bu açıdan bakıldığında planlama, Türkiye gibi kaynak sıkıntısı çeken bir ülke için yaşamsal derecede önemli. DPT’nin kapatılmasının Türkiye ekonomisine çok büyük maliyeti oldu. Bu maliyet her geçen gün giderek artıyor.
‘DPT’NİN YERİ DOLMADI’
Kendilerine sorarsanız “Yapılıyor” diyeceklerdir. Ama DPT kaldırıldıktan bugüne kadar olan zamanda benim anladığım şekliyle bir planlama yapılamıyor. DPT’nin yeri doldurulamadı.
Benim üzerinde durduğum üç önemli konu var. Biri DPT’nin kapatılması. İkincisi 2019-2020 yıllarında aşağı yukarı 22 aylık bir dönemde yaşanan MB rezerv kaybı. Ve son olarak da 2021’in Eylül ayından 2023’ün Haziran ayına kadar geçen 20-21 aylık bir sürede izlenen aşırı negatif reel faiz politikası finansal sisteme çok büyük zarar verdi.
Ekonomi tarihi, yolsuzlukların ekonomik gelişmeyi ne kadar olumsuz etkilediğini gösteren örneklerle doludur.
Yolsuzluklar kamu yatırımlarının maliyetlerini yükseltir, ekonomik belirsizliğin artmasına yol açar. Kaynak verimliliğini büyük ölçüde bozar. Sürdürülebilir kalkınma için bize göre elzem olan öncelikleri ve teknoloji tercihlerini olumsuz yönde etkiler. Yolsuzluklara bulaşmış iktidarların büyük altyapı ihalelerine ölçüsüz düzeyde ağırlık verdikleri görülür. Ben bunu Türkiye için söylemiyorum. Genel olarak söylüyorum. Bize benzeyen ülkelere bakıyorsunuz, bu özellikleri çok rahat bir şekilde gözlemleyebiliyorsunuz.
Türkiye’ye gelirsek Kamu İhale Kanunu’nda bugüne kadar yapılan 200’e yakın değişiklik ile kamunun amaçlanan şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinden uzaklaşıldığı ve anlamsızca genişletilen istisna kapsamıyla da denetim ve adil rekabetin sağlandığı kamu alım ve ihaleleri oranının özellikle Devlet Planlama Teşkilatı’nın ılga edilmesinden sonra hızla düştüğü bilinmeli. Uluslararası Şeffaflık Örgütü raporlarına göre güçler ayrılığının gereğince çalışmadığı ifade ediliyor. Ve özellikle kamu özel işbirliği projelerinde ve özelleştirme uygulamalarında göze çarpan kamu çıkarına aykırı ihale süreçlerinin önemli sorunlar olduğu vurgulanıyor.
Merkez Bankası başkanlığına getirilen Gaye Hanım Amerika’da kariyer yapmış, çok parlak bir vatandaşımız.
İlgili bakan Mehmet Şimşek, finans dünyasında tecrübesi olan bir yetkilimiz. Cevdet Yılmaz da Cumhurbaşkanlığı yardımcısı. O da planlama kökenlidir.
Kendilerinin ekonomi, plan, denge kavramlarına vakıf oldukları kanaatindeyim. Zaten hazirandan itibaren izlenen para ve maliye politikası da bunu gösteriyor.
Yani şu ana kadar olan performansları şimdilik doğru yönde. Umarım daha da iyiye doğru gider. Ama önümüzde mahalli seçimler var, o nedenle konuşmak için erken.
‘OLUMLU BEKLENTİ ZOR’
İnsanların tedirgin olması için bence çok neden var. Enflasyon rakamlarına bakmak yeterli. Ama ben şu aşamada biraz daha beklemek istiyorum. Bu yeni ekibe zaman tanımak lazım. Ama beklenti faktörü maalesef olumlu değil. Beklentileri olumsuzdan olumluya çevirmek de çok zordur.
Ekonomide yapısal sorunlar çok önemli bir yer tutuyor.
DIŞ BORÇ PATLAMASI
Yapısal sorun, ekonominin işleyişinden, dengesizliklerinden kaynaklanan ve bazı tedbirlere kolay kolay karşılık veremeyen, çok daha radikal tedbir gerektiren konulardır. Mesela Türkiye’nin dış borçları aşırı yüksek. 2011’in son çeyreğinden itibaren Türkiye adeta bir dış borç patlaması yaşadı. Toplam faktör verimliliğinin düşüklüğü, büyüme hızını aşağı çekiyor. Dış borçlanma ile sağlanan kaynaklar da her zaman doğru yerlerde kullanılmıyor. Kronik bir sürü sıkıntının yanında bir de ekonominin giderek göze çarpan iki ciddi yapısal sorunu var. Birincisi yüksek katma değerli üretimin dışlanması, diğeri de dış ticarete konu mal üretmeyen inşaat sektörünü, ne pahasını olursa olsun lokomotif sektör olarak gören zihin yapısı. Yurt içi üretim ve ihracatın ara ve yatırım malı ithalatına bağımlılığı giderek artıyor. Bu durum cari açığı arttırıyor, tasarrufları olumsuz yönde etkiliyor.
‘BU DURUM SÜRDÜRÜLEMEZ’
Başka ciddi sorun: Cari işlem açığı aslında 2021 ve 2022 arası iktidarın öngördüğünün aksine adeta patladı. Bu açığın yarısı, kaynağı belli olmayan sermaye girişleriyle finanse edildi. Bu sürdürülebilir bir durum değil.
Yani bu kaynağı belli olmayan sermaye girişlerinin ne olduğu üzerinde şu anda yorum yapmak istemiyorum. Ama tahminlerimiz var. Çok kolay yoruma açık bir nokta değil. Ama kaynağı belli olmayan sermaye girişleriyle yahut da döviz girişleriyle bir cari açığın finanse edilmesi sürdürülebilir bir hadise değil.
‘TÜRKİYE KAZANMADAN HARCIYOR’
Bir başka konu daha var. Türkiye son 20 yılda, 4.1 trilyon dolar ithalat yapmış. Buna karşılık 2.8 trilyon dolar ihracat yapmış. Yani Türkiye son 20, 21 yılda yaklaşık 612 milyar dolar cari işlem açığı vermiş.
Bu açığın finansmanı için aldığı borçlar karşılığında 112 milyar doları dış borç olmak üzere 545 milyar dolar faiz ödemiş. Bu korkunç bir şey. Türkiye kazanmadan harcayan bir ülke.
‘KAYBEDEN ÜLKE TÜRKİYE’
Türkiye kovit salgınının başından bu yana en fazla rezerv harcayan, parası en çok değer kaybeden ülke durumuna düştü. Cumhuriyet tarihinde ilk kez MB’nin net rezerv pozisyonu eksi oldu. Son olarak bir yapısal sorun olarak gördüğüm olay da Varlık Fonu. Varlık fonunun kamu varlıkları ipotek edilerek üzerine kredi çekmek için kurulduğu çok açık. Dolayısıyla da para ve maliye politikalarının koordinasyonunu ve etkinliğini zora sokan bir unsur olarak göze çarpıyor.
Şeffaf ve doğru politikalarla ekonomiyi bir toparlanma sürecine sokmak mümkün olur ve ülkemizin bu potansiyeli olduğuna yürekten inanıyorum.
Ancak makul bir sürede ferahlayabilmek için bana göre hatalı ekonomi politikalarının yol açtığı belirsizlik çarkının mutlaka kırılması lazım. Tek cümlede belirtecek olursam, Türkiye’nin temel stratejik hedefi, demokrasisi, kurumları ve kuralları güçlü, üreterek zenginleşmesini bilen, zenginliği adil paylaşan, temiz ve yeşil bir ülke haline gelmek olmalıdır.
‘PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜLMELİ’
İç ve dış siyaset normalleşmeden, parlamenter demokrasiye geri dönülmeden, hukuk ve yargı sisteminin bağımsızlığı ve tarafsızlığı tam olarak tesis edilmeden, kuvvetler ayrılığı ve denetim mekanizmaları şeffaflık içinde çalışmadan, kilit atamalar liyakat esaslarına göre yapılmadan, MB, TÜİK gibi kurumların bağımsızlığı konusunda hiçbir kuşku bırakılmadan,ve nihayet, belki de çok önemli olan bir konu da budur, toplumu kutuplaştırıcı söylem ve politikalardan vazgeçmeden beklentiler olumluya dönmez.
Kamuda, mutlak surette planlı ekonomiye geri dönmeli.
DPT tekrar açılmalı. Kanal İstanbul gibi ekonomik ve siyasi yapılabilirliği son derece tartışmalı, çok büyük altyapı projelerinden vazgeçilmeli. Ekonominin geleceğini ipotek altına alan köprü, havaalanı, şehir hastanesi, otoyol gibi dövize endeksi gelir garantisi verilen kamu özel işbirliği projelerinin yenileri yapılmamalı, var olanlar kamulaştırılmalı. Türkiye Varlık Fonu tasfiye edilmeli. Bütçe birliği sağlanmalı.
Tasarruf tedbirlerine başta Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere istisnasız tüm kamu kurum ve kuruluşları uymalı. Merkezi yönetim bütçesinde de bir taraftan sıkı tasarruf tedbirleriyle harcamalar azaltılırken gelir artışına çok büyük önem verilmeli. Büyüme dostu olmayan dolaylı vergiler yerine dolaysız vergilerin arttırılması yoluna gidilmelidir.
Dolaylı vergiler adil vergiler değil. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı çok yüksek. Dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının mutlaka arttırılması lazım. Yani daha çok kazanan çok daha fazla ödesin.
Açıkça söyleyeyim, bunlar yapılmazsa ekonomide öngörülebilirlik geri gelmez. Risk birimi istediğimiz seviyelere düşmez. Türkiye içinde bulunduğu koşullardan kurtulabilmek için taze para girişlerine ihtiyacı olan bir ülke. Yatırımcı da gelmez.
Bu sert tedbirler alınsa, bütün doğru şeyler yapılsa dahi üç beş yıl sürebileceğini düşünüyorum.
Bir devlet başkanının her alanda söylemleri çok önemlidir ve mutlaka etkileri olur. Bizim bireyler olarak temenni edebileceğimiz; söylemlerinin, insanları doğru yönlendirmesi ve olumsuz gelişmelere yol açmamasıdır.
‘DİNİ EĞİTİM EKONOMİYİ OLUMSUZ ETKİLER’
Egemen siyaset eğitimin dinselleşmesi yönünde yapmadığını bırakmıyor. Ülkenin geleceğini tehlikeye atıyorlar. Eğitimi dinselleştirmenin Türkiye’yi olumlu bir noktaya götürmesi mümkün değil. Çünkü bilim, inancın antitezidir. Eğitimi dinselleştirmenin ve yozlaştırmanın din motifleriyle donatmanın artık içinde bulunduğumuz dönemin dinamikleriyle bağdaşmadığını, toplumumuzun çağdaş dünyadan giderek kopmasına yol açacağını bilim ve teknolojide çağın iyice gerisinde kalmamıza neden olacağını düşünüyorum. Milli Eğitim Bakanlığı’nın şunu anlaması lazım: Bugün olduğu gibi geleceğin de en değerli sermayesi insana yatırım yapmaktır. Eğer bu ülkeyi küresel rekabet liginde üst sıralara taşımak istiyorsanız, insanımızın doğru ve çağdaş eğitimine, sağlık ve mutluluğuna, sosyal güvencesine ve nihayet doğru yerde istihdamına önem vermek durumundasınız. Ekonomik büyümeyi, bireysel gelişmeyi ve eşitsizliği azaltmanın en iyi ve belki de tek yolu doğru eğitime ve öğretime yatırımdır.
‘MÜDAHALE NEFESSİZ BIRAKIR’
Eğer siz eğitimi dinselleştirir, dogmalarla süsler hurafelerle donatırsanız ekonominin ihtiyacı olan bilgide ve beceride gençleri yetiştiremezsiniz. O da ekonomiyi doğal olarak etkiler. 2021 Eylül’den 2023 Haziran ayına kadar ekonomi bile dinselleşti. Sonucunu gördük. Ekonomi sonuç olarak bir bilim ve kendi kendini uyarlayabilen bir sistemdir. Bu sistemin yapı taşları vardır. Eğer bu sistemin kendi iç dinamiklerine fazla müdahale etmezseniz sistem kendisini değişen şartlara göre adapte eder. Ama müdahale edersiniz, zorlamayla yaptırmaya çalışırsanız o zaman sistem bir yerde nefessiz kalır, yapamaz.
DR. ALİ TİGREL KİMDİR?
1946’da İstanbul’da doğdu. TED Ankara Koleji’ni bitirdi. Londra Üniversitesi, Imperial College’de kimya mühendisliği okudu. Master sınıfını birincilikle bitirdi ve mezuniyet tezi Londra Üniversitesi’nde sadece üç kişiye verilen “üstün başarı” ödülüne değer görüldü. Zamanın DPT müsteşarı Turgut Özal’ın isteğiyle kısa bir süre Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde bulunan “Araştırma Grubu”nda görev yaptı. 1988’de DPT Müsteşarlığı’na atandı. 1989-1991 arasında Petkim Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. 1993’te Başbakan Tansu Çiller’in isteği ile başbakan başdanışmanlığı yaptı. Tigrel’in mühendislik ekonomisi dalında basılmış iki kitabı, değişik yayın organlarında yayımlanmış binden fazla yazısı bulunmaktadır.
GÜNDEM
09 Ekim 2024SPOR
09 Ekim 2024GÜNDEM
09 Ekim 2024SPOR
09 Ekim 2024SPOR
09 Ekim 2024GÜNDEM
09 Ekim 2024GÜNDEM
09 Ekim 2024