TBMM Genel Kurulu’nda 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi, 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi ile Sayıştay raporlarının görüşmeleri devam ediyor. TBMM Genel Kurulu’nda bugün 2024 bütçesi üzerindeki son konuşmalar yapılıyor. Bütçenin tümü üzerine söz alan CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, şunları söyledi:
“Bu Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılının ilk bütçesi. Cumhuriyet kurulduğu zamanda 1924 yılında ilk bütçe hazırlanmış. Merak ettim ilk bütçeyi nasıl bir bütçe hazırlanmış diye; denk bütçe hazırlamak istemişler. Tabii kolay değil. Çünkü yeni bir devlet kurmanın getirdiği harcamalar, göçmenlerin gelişi onların iskan edilmesi, harp alanlarının tamiri, zarar görenlerin zararlarının tazmini gibi birçok nedenle aslında ilk başta belirli bir açık olmuş.
GENÇ CUMHURİYET DÖNEMİNDEN BÜTÇE ÖRNEKLERİ
1924 bütçesinin bütçe gider tahmini; 140,4 milyon lira, bütçe gelir tahmini; 129,2 milyon lira, bütçe açığı; 11,2 milyon lira olarak öngörülmüş. Fakat 1924 yılı koşullarında bütçe açık vermemiş. 6,8 milyon lira fazla vermiş. Bu dönem çok ciddi anlamda genç Cumhuriyet’in kurucularında denk bütçe fikri oluşmuş ve 1926 yılında denk bütçe hazırlanmış. 1929 büyük ekonomik buhran ve sonrasında yaşanan o krizin sürmesi sonucunda yine bütçede bir kısım açıklar verilmiş. 1927 yılında Muhasebeyi Umumiye Kanunu çıkarılmış. 2003 yılında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasası çıkana kadar Muhasebeyi Umumiye Kanunu geçerli olmuş.
Muhasebeyi Umumiye Kanunu’yla belirlenen sistemin özelliği şu; giderler ve gelirler tek Hazine hesabından yapılmış. Bugün eleştiriyoruz ya Türkiye Varlık Fonu var, döner sermayeli kuruluşlar var, bütçe dışı fonlar var, özel hesaplar var. Bunların hepsinin bütçe dışında olmasını eleştiriyoruz. Kesin Hesap Kanunu’nda da Sayıştay’ın da bu konuda çok ciddi eleştirileri olmasına rağmen bu aynı yanlış sistem devam ediyor. O, Cumhuriyet 1927 yılında bu kanunla birlikte tek hesaptan gelirleri ve giderleri birlikte görmüş ve birlikte izlemiş. Bu da aslında onların ekonomiye ve sosyal hayata bakışlarının o konuda başarmak istedikleri şey için bütçeyi nasıl bir araç olarak gördüklerinin en büyük örneğidir.
“BÜTÇE TEK BAŞINA BİR ŞEY İFADE ETMİYOR”
Bütçe tek başına bir şey ifade etmiyor. Bütçe bir bütünün parçası, en yukarıda plan var altında programlar var. Bugün üzerine konuştuğumuz bütçe bütüncül bir perspektiften yoksun, içsel tutarlılığı olmayan ve birbirinden kopuk metinler şeklinde. Bu hükümetin planında ötesinde uzun vadeli bir stratejisi yok. Türkiye’yi nereden gelip nereye götüreceksiniz, nasıl bir yol izleyeceksiniz? Yöntemler neler, araçlar neler? Bu uzun vadeli strateji yok. 2011 yılında 2023 hedefleri dediler, 12 yıllık bir perspektifti, toplumda 2023 hedeflerinin olabilirliğini düşündü. Bugün geldiğimiz noktada 2023 yılında 2023 yılı hedefleri çöpe atıldı ve 2053 yılına ertelendi. 30 yıl sonra 2023 yılında yapmak istediklerinizi şimdi 2053 yılında yapacağınızı söylüyorsunuz. Böyle gayri ciddi devlet yönetimi olmaz.
Kalkınma planları kağıt üzerinde. AKP hükümetleri döneminde hazırlanmış kalkınma planlarına baktım, hep aynı şeyler, hiçbir değişiklik yok. Yine cari işlemler problemi devam ediyor, yine vergi yapısındaki çarpıklık devam ediyor, çalışma hayatındaki sorunlar devam ediyor. Hiçbir şey çözülmemiş. Orta vadeli programlar birbirinin aynısı, kopyala yapıştır formatında ve bütçeler içinde yaşadığımız sorunları çözmüyor. Biz burada bütçe konuşuyoruz ama bu bütçenin bu sene hazırlanmış olan 12. Kalkınma Planıyla da ilişkisi yok. Bir amacınız bir hedefiniz varsa bunun altında belirli politikalar olacak, onun altında tedbirler olacak, kaynaklar bu doğrultuda mobilize edilecek. Ben burada kaynak harcama dengesine baktığım zaman kalkınma planında söylenen önceliklerin, amaç ve hedeflerin gerçekleşmesini mümkün görmüyorum.
“NEOLİBERAL EKONOMİ MODELİ NOKTASINA, VİRGÜLÜNE DOKUNMADAN UYGULANMAYA DEVAM EDİLMİŞTİR
Neoliberal ekonomi modeli, AKP hükümetleri döneminde noktasına, virgülüne dokunmadan uygulanmaya devam edilmiştir. Bu model 1970’li yılların ikinci yarısında çıkmış bir modeldir. 1980’lerle birlikte önce Amerika’da sonra İngiltere’de ve sonra bizim gibi birçok ülkede ve aynı zamanda IMF ve Dünya Bankası politikalarıyla önerildiği şekilde uygulanmıştır. Fakat 1990’ların ikinci yarısından itibaren başlayan krizler, 2008-2009 küresel krizi ve en son 2020 yılındaki pandemi krizi bugün artık neoliberal ekonomik modelinin uygulanamayacağını açık ve net olarak ortaya koymuştur. Bu model sonucunda dünyada küresel adaletsizlikler artmıştır. Gelir ve servet eşitsizliği büyümüştür. Yoksulluk artmış, kamu hizmetleri gerilemiş ve emek kesiminin sermaye kesimi karşısındaki göreli konumu gerilemiştir. Bu aynı zamanda çok ciddi bir küresel göç ve sığınmacı, mülteci sorununu ortaya çıkarmıştır.
AKP hükümetleri neoliberal ekonomik modelinin en sağdık uygulayıcıları olmuştur. Neoliberal politikalar, muhafazakar bir ideolojik perspektifle hayata geçirilmiştir. Dış kaynağa özellikle sıcak paraya dayalı büyüme modeli uygulanmıştır. Tarımsal destekler azaltılmış ve tarım adeta tasfiye edilmiştir. Kamu kurumları özelleştirilmiştir. Kamu yatırımları KOİ modeliyle özel sektöre yaptırılmaya başlanmıştır. Eğitim ve sağlık hizmetleri gittikçe artan bir biçimde ticarileşmiş, piyasalaştırılmış, piyasa koşullarına bırakılmıştır. Emek kesiminin sermaye kesimi karşısındaki konumu gerilemiş, emeğiyle geçinenlerin gelirleri ve satın alma güçleri azalmıştır.
“KAMU KESİMİ DENGELERİ SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİLDİR”
Bütün dünya buradan geriye doğru giderken, kamu daha aktif biçimde devreye girerken, bizde ise neoliberal modele ilişkin bir değişiklik yok. Özelleştirmelerin devam edeceği öngörülmüş. Tarımsal destekler yine yetersiz. Ücretler hedef enflasyona göre belirlenecek deniyor. Daha da vahimi bu kadar yüksek enflasyonun olduğu ortamda asgari ücretin yılda bir kez belirlenmesi kararı alınıyor. AKP hükümetleri döneminde Türkiye’nin yapısal sorunları çözülmemiş aksine ağırlaşmıştır. Cari işlemler açığı yüksek seviyelerde gerçekleşmektedir. Cari açığın en büyük nedeni Türkiye’deki üretim ve ihracat yapısının ham madde ve ara malı ithalatına bağımlı olmasıdır. Bu çok yüksek oranlardadır.
Kamu kesimi dengeleri sürdürülebilir değildir. Dolayı vergileri dayalı bir vergi yapısı var. Bu vergi yapısı defalarca söylenmesine rağmen 3’te 2’si yüzde 65’i dolaylı vergilere yani mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilere bağımlıdır. Çalışma hayatında çok ciddi sorunlar vardır. Hem iş gücüne katılma oranları hem istihdam oranları son derece düşüktür. Türkiye’de iş gücüne katılım oranları yüzde 52-53 seviyelerinde. Ama OECD ortalaması yüzde 70. Bir an için Türkiye’nin iş gücüne katılım oranının yükseldiğini düşündüğünüzde işsizlik oranları bugünkünün 3-4 katına tırmanacak. Çok ciddi bir kayıt dışılık vardır. Sendikalaşma oranı son derece düşüktür.
“İMALAT SANAYİNİN TEKNOLOJİ YOĞUNLUĞU SON DERECE DÜŞÜKTÜR”
En vahimi imalat sanayinin teknoloji yoğunluğu son derece düşüktür. İmalat sanayi lokomotif sektördür. Türkiye daha çok düşük ve orta düşük teknoloji sektörlerin ve o sektörlerde üretilen mal ve hizmetlerin egemenliği altındadır. Toplama 100 dediğimizde yüksek teknolojili sektörlerin toplam içindeki payı sadece yüzde 3’tür. Bize benzer ülkelerde yüzde 20’ler seviyesindedir. Bununla Türkiye nasıl dünyayla bütünleşecek? Biz düşük katma değerli üretimle dünyanın fason üretim zinciri olarak niteliksiz emeğe dayanan, kayıt dışı ekonomiye dayanan bir modelle dünyayla bütünleşilmesine karşıyız. 21 yıldan beri iktidarda olan bir siyasi parti var sanki yeni iktidara gelmiş gibi bir kısım şeyler önümüze koyuluyor.
Yurt içi talebe, üretimin yapısına baktığımız zaman özellikle özel tüketime dayalı bir model var. Doğru olan sermaye stokunu artırarak ekonominin potansiyel büyümesini artıran bir modele ihtiyaç var. Daha çok inşaat sektörü belirleyici. Kamu yatırımları geriliyor. Kamu sabit sermaye yatırımlarının milli gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 4,8’miş, 2024 yılında yüzde 3,4 olarak gerçekleşmesi öngörülüyor. Kamu sabit sermaye yatırımlarındaki gerileme Kamu Özel İşbirliği modeliyle geçmişte kamunun yaptığı yatırımları şimdi özel sektöre yaptırarak çözülmeye çalışılıyor. Çok açık ve nettir bu model yandaş sermayeye, 5’li çeteye kaynak aktarmanın bir mekanizmasına dönüşmüştür. KOİ ödemeleri; 2024 yılında 162,4 milyar lira, 2025 yılında 240,8 milyar, 2026 yılında 270,3 milyar. Toplam önümüzdeki 3 yıl 673,6 milyar lira.
“TÜRKİYE YATIRIM YAPMIYOR, TÜRKİYE İSTİHDAM ARTIRAMIYOR”
Türkiye yatırım yapmıyor, Türkiye istihdam artıramıyor. Belirli bir büyüme var elbette ama Türkiye’nin ihtiyacı olan daha hızlı büyümek. Yüzde 4-4,5’ler değil yüzde 6-7’ler Türkiye için ulaşılabilir büyüme hedeflerdir. Kaliteli büyümeyle ulaşmalıdır. Bölüşüm boyutu bugün en önemli sorunlardan biri. Ne acıdır ki 12. Kalkınma Planına baktık bölüşüme ilişkin hiçbir şey yok. Türkiye’nin en büyük problemlerinden birisi gelir dağılımı bozukluğudur, artan, derinleşen yoksulluktur. TÜİK’in istatistiğine göre; en yoksul kesimin milli gelirden aldığı pay binde 9’dur. En zengin yüzde 5’in milli gelirden aldığı pay yüzde 23,3’tür. 26 katı böyle bir dengesiz büyüme modeli olmaz.
Asgari ücret açlık sınırının altında. Bugün 4 kişilik bir ailede 4’dü çalıştığı zaman ancak yoksulluk sınırına ulaşabiliyorlar. Enflasyon kötülüklerin anasıdır. Ticaret kesimi bazen enflasyona göre kendini ayarlayabilir, artan maliyetlere fiyatlarını aktarabilir. Ama sabit gelirli kesimin enflasyon karşısında savunma yeteneği yoktur. İşçiler, köylüler, memurlar, emekliler, esnaf, zanaatkar gerçekte çok daha yüksek olduğu bilinen enflasyon karşısında ezilmektedir. Bugün insanlar aç, böyle bir ekonomik düzen olmaz. Çiftçiye 16 milyar lira mazot desteği veriyorsunuz 46 milyarı çiftçinin kullandığı mazota ödediği vergiyle geri alıyorsunuz. Böyle bir ekonomik model dünyanın neresinde var?
“İHTİYAÇTA OLMASINA RAĞMEN İNSANLAR BİR BİÇİMDE ÇALIŞMA HAYATINA KATILAMIYORLAR”
Bugün bu ülkede atanmayı bekleyen öğretmenler, ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, veterinerler, sağlık teknikerleri, her alanda insanlar var. Bu insanların eğitim gördükleri alanda çalışmasından daha güzel ne olabilir? Ama ne yazık ki ihtiyaçta olmasına rağmen o insanlar bir biçimde çalışma hayatına katılamıyorlar. Bu sorunların çözülmesi için hepimiz uğraşıyoruz. Bakıyorum bu bütçede buna ilişkin hiçbir şey yok. Cumhurbaşkanı 2021 yılının Eylül ayında dedi ki, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç.’ Böyle saçma sapan bir şey yok. İktisat literatürüne aykırı. 2021 yılının Eylül ayında faiz yüzde 19’du, enflasyon da yüzde 19’du, dolar kuru 8 lira 30 kuruştu. 4 ayda yüzde 19’u yüzde 14’e indirdiniz dolar kuru 4 ayda 18 lira 30 kuruşa 10 lira birden arttı, enflasyon yüzde 36 oldu.
Kur korumalı mevduat sistemi geldi. Seçimden sonra irrasyonel politikalar seçimden sonra terk edildi. 8,5’e kadar inmiş olan Merkez Bankası politika faizi yüzde 42,5’e çıktı. Dolar kuru 29 lira 23 kuruş, enflasyon yüzde 62-65 bekleniyor yıl sonu. Bu faiz indirimleri olmasaydı bugün enflasyon yüzde 15-20’ydi, dolar kuruda 12-13 lira olacaktı. Bu çok yüksek bir maliyettir ve bu maliyeti bütün toplum ödedi. Bütçe sadece teknik bir metin değil aynı zamanda bir politik metin. Bugün mevcut siyasal yönetim çoğulculuk ve katılımcılıktan uzak, sistemin denge ve denetim mekanizması yok. Bu bir tek adam rejimidir. Böyle bir ucube sistemin dünyanın hiçbir yerinde de benzeri yok. Yasama-yürütme-yargı arasında güçler ayrılığı yok. Hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı yok. Yasama demokratik geleneklere uygun kanun yapımı ve denetim fonksiyonlarını icra edemiyor. Yürütme tek adam yönetimi altında rasyonalitesini kaybetmiş durumda.
“BÖYLE BİR SİSTEM OLMAZ, BU SİSTEM TÜRKİYE’YE AYKIRI”
Böyle bir sistem olmaz. Bu sistem Türkiye’ye aykırı, Türkiye’nin tarihsel deneyimine, Türkiye’deki siyasi parti yelpazesine, Türkiye’nin siyasi parti yapısına ve siyasi kültürüne aykırı bir sistemdir. Böyle bir sistemle Türkiye bir yere gitmez. Yurttaşlık zayıflatılmıştır. Hak ve özgürlüklerin taşıyıcı bir toplumsal özneden, devletin zor gücüne ihanet eden itaat eden pasif edilgen tek tip bir konuma sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Demokrasi sadece 5 yılda gidilen bir sandık değildir. Bu demokrasi için şekil şartıdır, gereklilik şartıdır ama yeterlilik şartı değildir. O yeterlilik şartı dediğimiz zaman demokrasinin öz ve içerik olarak zenginleştirilmesi akla gelir. Kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, özgür basın, düşünce, ifade ve bu doğrultu da örgütlenme özgürlüğü, sosyal haklar, çalışma hakkı bütün bu haklar anayasal haklardır. Ama ne yazık ki bugün bu haklar kullanılamamaktadır.”
GÜNDEM
15 Ekim 2024SPOR
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024SPOR
15 Ekim 2024SPOR
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024